Emel Zehra TUNÇİNAN
  20-04-2024 22:39:00

MAĞARA

İçimde kış uykusuna yatan bir yılan var. Gri karanlık mağarada gizlenen ve zamanını bekleyen. Acı yeşile çalan rengi, kıvrak bedeni ile parlayan, doğanın en sinsi avcısı. Yaklaştığı canlıyı sarıp sarmalayan, severken öldüren, aldatıcı ve büyüleyici güzellik.

Ne var ki kollu kanatlı canlılar geziniyor rüyalarında. Ateşten korktuğunu bildikleri için yanan ne varsa atıyorlar üstüne. Akrep bunlar. Kıskaçlarını geçiriyorlar buz gibi etine. Göz alıcı derisi pul pul dökülüyor. Kanı akmıyor. Uzun süre önce kurudu. Yaşamı boyunca çevresine korku salan varlık, uykusunda yeniliyor başka yaratıklara. Sürüne sürüne kaçmayı deniyor. Ağaç kovuklarına, otların arasına, suyun içine saklanıyor. Hepsi faydasız. Sayısız kıskacı olan akrepler, zehirli çıyanlar, dev kertenkeleler sarıyor dört yanını. Öfke var hepsinin gözlerinde. Korkuyor ilk defa. Küçülüyor hiç olmadığı kadar. Üç odacıklı kalbinin atışları hızlanıyor. Uzun ve çatallı dili gittikçe kısalıyor, koku alamaz hale geliyor. Güçsüz ve savunmasız hissediyor.

Saklandığı mağaranın duvarları resimler ve sembollerle kaplı. Tarih nerede başladı, oklar hangi hayvanları öldürdü, kıtalar gerçekten ayrıldı mı, ilk ateşi kim yaktı, insanlar nasıl dans etti, Tanrı kimin kılığında göründü, kavimler neden savaştı, mertlik ne zaman bozuldu, dünya kaç kez yıkıldı, yeniden nasıl kuruldu? Soru çok, cevap az. Takvimsiz ve sessiz konuşan bir dili var bu taş duvarların.

Yarasa dışkısından çizilen resimlerde sadece hayvanların yüzü var. Hepsi korkmuş, kaçmaya çalışan zavallılar. Arkalarından ellerinde mızraklarla koşan, yüzsüz çöp adamlar. Beslenmek için hep başka bir canlı katledilmeli. Avlanmanın caniliği sanat eserine dönüşüyor renksiz çizimlerde.

Sembollerin çözülmeyi bekleyen anlamları kadim bir sır saklıyor sanki. Belki de evde ekmek yok gibi basit bir anlamı var. Milyonlarca önce yazıldı diye büyüleyici görülen her şey, kendi zaman diliminde sıradan olabilir halbuki. Anlatma ihtiyacı, insanın var olduğundan beri en büyük derdi. Biz bunları yaptık, biz vardık, biz yaşadık, biz savaştık, biz tanık olduk, biz öldürdük, en çok biz…Hadi görün, çözün şahane hayatlarımızı. Okuyun sembolleri, üniversitelerde kürsüler kurun, profesörler yetiştirin, araştırmalar yapın, anlayın, anlatın, dokunun geçmişe. Yeniden var edin bizi.

Biz olmasaydık, doğanın nimetlerini keşfetmeseydik ne yapacaktınız? Borçlusunuz bize.

Kar mağaranın girişini kapatmış. Dışarıdaki dondurucu hava burada etkisiz. Sıcak, unutulmuş, belki de hiç bulunamamış bir yer burası. Yılan, tepsi gibi görüntüsüyle yatıyor karanlık köşede. Hâlâ düşmanlarıyla boğuşuyor uykusunda. Çıngıraklı kuyruğunu sallıyor arada sırada. Huzursuz hali soğukkanlı yapısına aykırı. Köşeye sıkışmış. Yardım bekleyen, kurtulmayı isteyen bir çaresiz artık. Yolun bittiği yerde.

Bir zaman sonra, mevsim bahara durduğunda kendiliğinden açtı gözlerini. Rüyası da kış gibi bitti. Bütün o yaratıklar kayboldu. Rahatladı. Acı yeşile çalan derisi gevşedi. Çok susadığını ve acıktığını fark etti. Çevresine bir yabancı gibi baktı. Hatırlamaya çalıştı uyuduğu yeri.

Kar eriyince açılan mağaranın girişinde, boyu da saçı da uzun bir adam belirdi. Siyah, kirli sakalları yüzüne yapışmıştı. Deri parçalarının kapladığı vücuduyla heybetli görünüyordu. Tüy yumağını andıran kürklü tuhaf bir şey giymişti ayaklarına. Sağ elinde ilkel bir yay, sol elinde ok vardı. Duruşuyla mağaranın ağzını kapatmış, baharın aydınlığını kesmişti. Bakışları ürkek, bilinmezliğe karşı temkinliydi. Onu gören yılan tısladı. Gözleri iki sarı ışığa döndü. O anda karanlığın içinde yılanı fark etti adam. Bu bilinmeyen düşmana karşı ani bir hareketle, hızlıca okunu yayına yerleştirdi.

Yılan o sırada duvardaki resimlerden birinde kendisine tıpatıp benzeyen yılanı gördü. Bir adam elindeki okla yılanı vuruyordu. Yılan çektiği acıdan olsa gerek ağzını açmıştı. Kanlar içindeydi. Son nefesini verirken gördüğü tek şey bu görüntüydü…

  Bu yazı 356 defa okunmuştur.
  FACEBOOK YORUM
Yorum
  YAZARIN DİĞER YAZILARI
YUKARI